Risale-i Nur Kavramlar Sözlüğü - Kırmızı Kitaplar Antalya
Risale-i Nur Külliyatı'nda geçen önemli kavramların açıklamaları ve geçtiği yerler.
Acz ve Fakr
İnsanın Allah (c.c.) karşısındaki sonsuz güçsüzlüğü (acz) ve her şeye muhtaç oluşu (fakr) hakikatidir.
Acz ve fakr, Risale-i Nur'da insanın Allah'a olan ihtiyacını ve O'na yönelmesinin zaruretini ifade eden iki temel kavramdır. İnsan, kendi başına hiçbir şeyi var edemeyecek kadar aciz ve hayatını devam ettirebilmek için sayısız nimete muhtaç olduğu için fakirdir. Bu acz ve fakrını idrak etmek, insanı kibir ve gururdan kurtarır, Allah'ın sonsuz kudretine ve rahmetine sığınmaya sevk eder. Acz ve fakr, ubudiyetin ve duanın anahtarıdır. İnsan, güçsüzlüğünü anladıkça Kadîr-i Mutlak'a, ihtiyaçlarını bildikçe Ganiyy-i Mutlak'a iltica eder. Bu iki vasıf, Nakşibendi tarikatının da önemli esaslarından olup, Risale-i Nur mesleğinde de merkezi bir yer tutar; çünkü bu yolla insan, kendi hiçliğini anlayıp Allah'ın varlığı ve birliği ile var olur.
Adalet
Allah'ın (c.c.) her şeyi tam bir denge, ölçü ve hakkaniyetle yaratması, idare etmesi ve her hak sahibine hakkını vermesidir. İnsanlar için ise hakka uymak, zulümden kaçınmak ve her şeye layık olduğu değeri vermektir.
Adalet, Allah'ın en önemli isimlerinden biri olan "Adl" isminin tecellisidir. Risale-i Nur, kainattaki her zerreden en büyük sistemlere kadar her şeyde mutlak bir adaletin ve dengenin hüküm sürdüğünü gösterir. Atomların yapısından gezegenlerin yörüngelerine, canlıların organlarındaki mükemmel uyumdan ekolojik dengeye kadar her şey bu ilahi adaletin bir yansımasıdır. Ahiretin varlığı da Allah'ın Adl isminin bir gereğidir; çünkü bu dünyada tam olarak tecelli etmeyen adalet, mahkeme-i kübrada (büyük mahkemede) mutlak surette yerini bulacak, zalimler cezalandırılacak ve mazlumların hakkı alınacaktır. İnsanlar için adalet ise, hem kendi nefislerine karşı hem de diğer insanlara ve mahlukata karşı hakkaniyetli davranmak, Allah'ın koyduğu sınırlara riayet etmek ve zulümden sakınmaktır. Risale-i Nur, içtimai hayatta adaletin tesisinin huzur ve barış için elzem olduğunu vurgular.
Celal
Allah'ın azamet ve kudret tecellileri
Risale-i Nur'da Celal tecellileri "Kahhar ismi"nin tezahürleri olarak açıklanır. 23. Söz'de "Kâinattaki celal tecellileri" (zıtların mücadelesi, ölüm, musibetler) hikmetleriyle izah edilir. "Celal içinde cemal" sırrına işaret edilerek, "şer gibi görünen hadiselerdeki hikmetler" gösterilir. "Hâkimiyet-i İlahiyye"nin celal yönü vurgulanır.
Cemal
Allah'ın rahmet ve güzellik tecellileri
Risale-i Nur'da cemal tecellileri "Rezzak ismi"nin tezahürleri olarak ele alınır. 12. Söz'de "Kâinattaki cemal tecellileri" (bahar, rızık, sevgi) örnekleriyle izah edilir. "Cemal-i İlahî"nin insandaki yansımaları olan "estetik duygu" ve "şefkat" hislerinin kaynağı gösterilir. "Cemal-perestlik"in ancak "Cemil-i Zülcelal"e yönelik olması gerektiği vurgulanır.
Ene
İnsana verilen "ben"lik duygusu, sahiplenme hissi ve bir nevi ölçü birimi. Doğru kullanılırsa marifetullahı anlamaya, yanlış kullanılırsa şirk ve gurura sevk eden bir latifedir.
Ene, Risale-i Nur'da üzerinde çok durulan ve mahiyeti incelikle izah edilen bir kavramdır. Otuzuncu Söz, "Ene ve Zerre Risalesi" olarak da bilinir ve bu konuyu merkezine alır. Ene, Allah'ın (c.c.) kendi mutlak sıfatlarını (ilim, kudret, irade vb.) anlamamız için bizdeki küçük numuneleridir. İnsan, cüz'i ilmiyle Allah'ın külli ilmini, cüz'i kudretiyle Allah'ın külli kudretini bir nebze olsun idrak edebilir. Eğer ene, bu "ölçü birimi" (vahid-i kıyasî) olma görevini doğru yaparsa, yani kendi aczini, fakrını ve faniliğini anlayıp yüzünü Allah'a çevirirse, marifetullah için bir anahtar olur. Ancak ene, kendini müstakil bir varlık zanneder, sahiplenir ve Allah'a karşı bir benlik davasına girerse (firavuniyet, nemrutluk gibi), o zaman şirke ve enaniyete (benlik, egoizm) dönüşerek insanı manen helakete sürükler.
Esbabperestlik
Sebeplere ilahi güç atfetme hatası
Risale-i Nur'da "Esbabperestlik", "tabiatperestlik" ile birlikte "küfr-ü inadî"nin temeli sayılır. 23. Söz'de "Hakiki müsebbibü'l-esbab"ın Allah olduğu, sebeplerin perde olduğu vurgulanır. "Tesir-i hakikî"nin yalnız Allah'a ait olduğu, sebeplerin "iktidarsız ve iradesiz" olduğu mantıkî delillerle ispat edilir.
Esbabperestlik (Sebeplere Tesir Vermek)
Kainattaki olayların meydana gelmesinde asıl yaratıcı ve müessir olan Allah'ı (c.c.) unutup, görünen sebeplere hakiki bir tesir ve yaratıcılık gücü atfetmektir. Gizli bir şirk türüdür.
Esbabperestlik, yani sebeplere tapmak veya onlara hakiki bir yaratıcılık ve etki gücü vermek, tevhid inancına zıt bir durumdur. Risale-i Nur, kainatta her şeyin belirli sebepler eliyle yaratıldığını kabul eder; ancak bu sebeplerin sadece birer "perde" ve Allah'ın kudretinin ve hikmetinin birer vesilesi olduğunu vurgular. Asıl yaratıcı (Müsebbeb-ül Esbab) Allah'tır. İnsan, sebeplere riayet etmekle mükelleftir (örneğin, şifa için ilaca başvurmak), fakat şifayı ilaçtan değil, Allah'tan beklemelidir. Eğer sebepler, Allah'ı unutturacak şekilde putlaştırılırsa, bu durum insanı şirke götürebilir. Risale-i Nur, özellikle Tabiat Risalesi (Yirmi Üçüncü Lem'a) ve Yirmi İkinci Söz gibi bahislerde, tabiatın ve sebeplerin kendi başlarına bir şey yaratamayacağını, hepsinin Allah'ın emriyle hareket eden birer memur olduğunu izah eder. Bu anlayış, insanı sebeplere köle olmaktan kurtarır ve hakiki fail olan Allah'a yöneltir.
Hakaik-i İmaniye
İman esaslarının derin hakikatleri
Risale-i Nur'un temel konusu olan Hakaik-i İmaniye, "Kur'an'ın hakikatlerinin bu asra bakan yönleri" olarak tanımlanır. 19. Söz'de "İman hakikatlerinin izahı ve müdafaası" yapılır. "Akıl ve kalp birlikteliği" içinde sunulan bu hakikatlerin "asrın idrakine uygun" bir üslupla izah edildiği belirtilir.
Hakikat
Varlığın özü ve ilahi gerçekler bütünü
Risale-i Nur'da hakikat "Vahdet-i vücud" değil "Vahdet-i şuhud" ekseninde ele alınır. 30. Söz'de "Hakikatın mertebeleri" izah edilirken "Zahirî ve bâtınî hakikat" ayrımı yapılır. "Hakikat-ı Muhammediye" kavramı etrafında "Kâinatın yaratılış gayesi" izah edilir. "Hakikatın taharrisi" için "Tefekkür" ve "Tahkik" şart koşulur.
Haşir ve Ahiret
Öldükten sonra tekrar dirilme (haşir) ve sonsuz olan ahiret hayatına imandır. Cennet ve Cehennem'in varlığına, hesap ve mizana inanmaktır.
Haşir ve ahiret imanı, imanın altı rüknünden biridir ve Risale-i Nur'da üzerinde en çok durulan konulardandır. Çünkü ahiret inancı, insanın dünya hayatını anlamlandırması, adalet duygusunun tatmini, iyiliklerin mükafatlandırılıp kötülüklerin cezalandırılması için zaruridir. Risale-i Nur, özellikle Onuncu Söz (Haşir Risalesi) ve Yirmi Dokuzuncu Söz gibi bahislerde, haşrin ve ahiretin varlığını kainattaki sayısız delillerle (baharın gelişi gibi diriliş örnekleri, Allah'ın isimlerinin tecellileri, adalet ve hikmetinin gereği vb.) ispat eder. Ahiret inancı olmadan, dünyadaki zulümler, haksızlıklar ve ölüm gerçeği karşısında insan teselli bulamaz ve hayatı anlamsızlaşır. Ahiret, ebedi saadet yurdu olan Cennet ve ebedi azap mekanı olan Cehennem'i de içerir.
Hikmet
Allah'ın (c.c.) her şeyi yerli yerinde, bir gaye ve fayda gözeterek, en güzel ve en sanatlı şekilde yaratması ve idare etmesidir. Her işte bir mana ve fayda bulunmasıdır.
Hikmet, Allah'ın Hakîm isminin bir tecellisidir. Risale-i Nur, kainatta hiçbir şeyin abes (boşuna, anlamsız) olmadığını, her bir varlığın ve her bir hadisenin sayısız hikmetlerle donatıldığını vurgular. İnsan aklı bazen bu hikmetlerin tamamını idrak edemese de, dikkatli bir tefekkürle birçok fayda ve gaye görülebilir. Örneğin, hastalıkların, musibetlerin veya görünüşte şer gibi duran olayların dahi altında günahlara kefaret, manevi terakki, Allah'a sığınma gibi pek çok hikmet bulunabilir. Risale-i Nur, "Her şeyde bir nevi güzellik vardır" prensibiyle, varlıklardaki sanatlı yapıyı, mükemmel nizamı ve her bir unsurun birbiriyle olan uyumunu göstererek ilahi hikmeti gözler önüne serer. Bu, iman eden bir kimsenin olaylara daha geniş bir perspektiften bakmasını ve her şeyde Allah'ın bir maksadının olduğunu bilerek teselli bulmasını sağlar.
Hürriyet-i Şer'iyye
İslam'ın çizdiği sınırlar içinde özgürlük
Risale-i Nur'da "Hürriyet-i şer'iyye", "nefsin esaretinden kurtulup Allah'a kul olmak" şeklinde tanımlanır. Divan-ı Harb-i Örfi'de "Hakiki hürriyet, şeriat dairesindeki hürriyettir" denilerek, sınırsız özgürlük anlayışı reddedilir. "Kanun-u İlahi"nin koruması altındaki hürriyetin "insanı melekleştireceği" ifade edilir.
İhlas
Amellerde sadece Allah rızasını gözetme, samimiyet.
İhlas, yapılan işlerde, ibadetlerde ve bütün davranışlarda sadece ve sadece Allah'ın rızasını hedeflemek, O'nun hoşnutluğunu kazanma niyeti taşımaktır. Gösterişten, dünyevi menfaat beklentilerinden ve insanların takdirini kazanma arzusundan uzak olmaktır.
Risale-i Nur'da İhlas Risalesi (Yirmi Birinci Lem'a) bu konuyu detaylıca işler ve ihlası kazanmanın ve korumanın yollarını gösterir.
Önemi
- Amellerin Allah katında kabulünün şartıdır.
- Müslümanlar arasındaki birliği ve gücü sağlar.
- Şeytanın vesveselerine karşı en büyük kalkandır.
İktisat
İsraf etmeme ve ölçülü yaşama prensibi
Risale-i Nur'da iktisat "şükür"ün bir nev'i ve "kanaat" ile ilişkilendirilir. 14. Lem'a'da "İktisadın fazileti ve israfın zararları" detaylı şekilde izah edilir. "Helal kazanç", "tüketimde denge" ve "infak" prensipleri üzerinde durulur. "İsrafın manevi fakirliğe yol açması" hakikati vurgulanır.
İman-ı bil Gayb
Gözle görülmeyen, duyularla idrak edilemeyen ancak Allah'ın (c.c.) ve Peygamberi'nin (a.s.m.) haber vermesiyle bilinen ve inanılan hakikatlere (Allah'ın zatı, melekler, ahiret, kader vb.) iman etmektir.
İman-ı bil Gayb, imanın temel özelliklerindendir. Çünkü imtihan sırrı, gayb perdesinin tamamen kalkmamasını gerektirir. Eğer her şey apaçık görünseydi, o zaman imtihanın bir anlamı kalmaz, herkes inanmak zorunda kalırdı. Risale-i Nur, aklın ve kalbin kabul edeceği delillerle gaybi hakikatleri ispat ederken, bu hakikatlerin tam mahiyetinin dünyada idrak edilemeyeceğini, ancak ahirette müşahede edileceğini belirtir. Gayba iman, insanın sadece maddi aleme hapsolmayıp manevi alemlere de açılmasını, aklını ve kalbini kullanarak görünmeyene inanmasını sağlar. Peygamberler, gayb aleminin anahtarları ve habercileridirler. Meleklere, kitaplara, peygamberlere, ahiret gününe ve kadere iman, hep iman-ı bil gayb kapsamındadır.
İman-ı Tahkiki
Delillere ve araştırmaya dayanan şüphesiz, kuvvetli iman
Risale-i Nur'da "iman-ı tahkikî", tahkik ve tefekkürle elde edilen, şüphelerin izalesiyle kuvvet bulan iman olarak tanımlanır. Bu iman, "Marifetullah"ın derinleşmesiyle kalpte kök salar. 23. Söz'de "Tahkikî imanın dört rüknü" izah edilir. İman hakikatlerini atomlar adedince burhanlarla ispat eden bu mertebe, "Ehl-i tahkik"in yoludur. Münazarat'ta "Tahkik ile taklidin farkı" misallerle açıklanır.
İman-ı Taklidi
Araştırmadan, geleneğe dayalı olarak kabul edilen iman
Risale-i Nur perspektifinde taklidî iman, "ebeveyninden görerek" veya "çevrenin tesiriyle" oluşan, deliller üzerine bina edilmemiş iman halidir. 23. Mektup'ta "Taklidî imanın zayıflığı ve tahkikî imana inkılab etmesinin gerekliliği" vurgulanır. Bu iman şekli, "Asr-ı Saadet" dışında kâfi görülmemiş, özellikle "asr-ı hazırın şübehatına" karşı dayanıksız kabul edilmiştir.
İstiğna
Allah'ın hiçbir şeye muhtaç olmaması sıfatı
Risale-i Nur'da İstiğna, "Samedaniyet" sırrının bir tezahürü olarak ele alınır. 23. Söz'de "Allah'ın Ganiyy-i Mutlak" oluşu ve "kâinattan müstağni" olduğu ispat edilir. "Mahlukatın aczi ve fakrı" ile "Hâlık'ın istiğnası" arasındaki tezat üzerinden tevhid delili gösterilir.
İstikamet
Dengeli ve sapmadan hak yolda devam etme
Risale-i Nur'da istikamet "Sırat-ı müstakim üzere daimî sebat" olarak tanımlanır. 21. Lem'a'da "İstikametin fazileti ve muhafaza yolları" izah edilir. "İfrat ve tefritten uzak, vasat yol" olarak tavsif edilen istikametin, "nefsin heva ve hevesine karşı mücadele" gerektirdiği vurgulanır.
Kader
Allah'ın (c.c.) ezelî ilmiyle, geçmiş ve gelecek bütün hadiseleri, varlıkların özelliklerini ve başlarına gelecek her şeyi önceden bilmesi, takdir etmesi ve bir programa göre Levh-i Mahfuz'da yazmasıdır.
Kader, imanın altı şartından biridir ve anlaşılması hassas bir konudur. Risale-i Nur, özellikle Yirmi Altıncı Söz'de (Kader Risalesi) bu meseleyi tevhidi zedelemeyecek ve insan iradesini (cüz-i irade) yok saymayacak şekilde izah eder. Kaderin, Allah'ın ilminin bir unvanı olduğu, yani Allah'ın her şeyi önceden bilmesinin, insanı o işi yapmaya zorladığı anlamına gelmediği vurgulanır. İnsan, cüz-i iradesiyle tercihlerini yapar ve bu tercihlerine göre fiilleri yaratılır; kader ise bu tercihleri ve sonuçlarını Allah'ın ezelî ilmiyle bilmesidir. Kaderin bilinmesi, insanın aczini ve fakrını anlamasına, Allah'a tevekkül etmesine vesile olur. Başa gelen musibetlerde sabır, nimetlerde şükür kaynağıdır. Kaderi tenkit etmek veya ona isyan etmek yerine, hikmetlerini anlamaya çalışmak ve teslimiyet göstermek esastır.